Birleşmiş Milletler Mülteciler Yeksek Komiserliği (BMMYK), dünyanın her yerinde mültecileri korumak, bu alanda uluslararası faaliyetleri yürütmek ve koordine etmek, mülteci sorunlarını çözmek, mültecilerin haklarını ve refahını temine çalışmak amacıyla bağımsız bir insani yardım örgütü olarak 1950 yılında kuruldu. BMMYK’nin kuruluşunun ardından uzun bir süre mültecileri koruma önlemleri BM çerçevesinde bu organ tarafından yürütüldü. Bu süre içerisinde BM’nin uluslararası barış ve güvenliği korumakla görevli ana organı olan Güvenlik Konseyi, kendi müdahalesinin sivil ve tarafsız insani yardım çalışmaları için risk teşkil edeceği düşüncesiyle mültecilerin korunmasına ilişkin alanda daha çekimser kalmıştır. 1990’dan itibaren uluslararası barış ve güvenliği, artık devletler arasındaki savaştan çok iç savaşlar, etnik çatışmalar ve terör eylemleri tehdit etmeye başladı. Bir ülkede meydana gelen silahlı çatışmaların sınır aşan etkisi gittikçe daha büyük bir alana yayıldı. Bu yeni dönemde özelikle uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalar ve kitlesel insan hakları ihlalleri, mülteci hareketliliğinin ana sebebini oluşturdu. Bu gelişmeler sonucunda artık silahlı çatışmalarda sivil halkın korunmasına ilişkin uluslararası hukukta ulaşılan standardın ortadan kalkma tehlikesi ile karşı karşıya kalınmıştır. Silahlı çatışmalardan kaynaklanan insani krizler, sadece BMMYK’nin çalışmalarıyla üstesinden gelinemeyecek hale gelmiştir. Bu sebeple 90’lı yıllardan itibaren uluslararası alanda baş gösteren krizlerin ağır insan hakları ihlalleri, soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarını içermesi, Güvenlik Konseyi’nin bu alanda etkin olmasını gerekli kılmıştır. 90’lı yılların başından bu yana uluslararası toplum birçok yöntemle uluslararası barış ve güveni korumaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, yeni kriz döneminde silahlı çatışma bölgelerinde çatışmaların mağduru olan sivillerin korunması için mümkün olan en kapsayıcı korumayı sağlamak amacıyla güvenli bölge düşüncesi ortaya atılmıştır. Güvenli bölge oluşturmadaki hedef, genel olarak çatışma mağduru sivillere kendi ülke topraklarında güvenlik sağlamaktır. Güvenli bölge tesisi yoluyla diğer devletlere mültecilerin akın etmesi engellenerek krizin yayılmasına engel olunacaktır. Güvenli bölge, ilk olarak Recep Tayyip Erdoğan tarafından Mayıs 2013’teki ABD ziyaretinde dile getirilmişti. Erdoğan, dönemin ABD Başkanı Obama’ya; Suriye’de uçuşa yasak bölge ilan edilmesi, siviller için güvenli bölge oluşturulması ve koalisyon güçleriyle ortak kara operasyonu yapılmasından oluşan üç aşamalı bir plan sunmuştu. Türk yetkililer, Suriye ile ilgili her aktörle görüşmesinde konuyu dile getirdi. Türkiye’nin gündeme getirdiği güvenli bölge, Suriye’deki çatışmalardan kaçan sivil nüfusun can güvenliğinin sağlandığı barınma alanı oluşturulmasını öngörüyordu. Türkiye bölgeyi, tüm Suriye’den göç eden sivillerin toplanabileceği ya da Türkiye’ye geçmiş Suriyelilerin arzu etmeleri halinde yerleşebileceği bir bölge olarak tasarlıyordu. Zira Suriye’de iç savaşın durması halinde dahi Suriye halkının, barınma, iş ve sosyal hizmetlerden mahrum kalmasından ötürü başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dış göçe devam etmesine kesin gözüyle bakılıyor. Bu durum en fazla, Avrupa ülkelerini endişelendiriyor. Türkiye-Suriye sınırında 32 kilometre derinlikte oluşturulacak bölge, 460 kilometrelik bir hattı kapsıyor. Rakka ve Haseke’nin kuzeyindeki yerleşimleri kapsayacak bölge, batıdan doğuya Sırrin, Ayn İsa’nın kuzeyi, Suluk, Resulayn, Tel Temr’in kuzeyi, Derbesiye, Amude, Kamışlı, Verdiyye, Tel Hamis, Kahtaniyye, Yerubiyye ve Malikiye’den geçiyor. Şuyuf Tahtani, Aynularab (Kobani), Tel Abyad, Derbesiye, Amude, Kahtaniye, Cevadiye ve Malikiye ilçeleri idari olarak tamamen bu hattın içinde kalıyor. Hat, batıda, Münbiç’in doğusundaki Sacur çayı kıyısından başlıyor. Münbiç ilçe merkezi, 32 kilometrenin dışında kalıyor. Diğer taraftan, 32 kilometrelik alanın fiziki olarak içinde kalan Haseke ilinin Kamışlı ilçe merkezinde, Beşşar Esad rejimi varlık gösteriyor. Ortadoğu coğrafyasında cereyan eden gelişmeler dikkate alındığında Arap Baharı ile birlikte bölgesel ve küresel aktörlerin güç mücadelesinde, etnik ve dini gerilimde ve devlet dışı silahlı örgüt sayısında artış gözlemlenmektedir. Suriye iç savaşını artık ne güvenli, ne de uçuşa yasak bölge çözebilir. Suriye’nin çözüm anahtarı bölgesel düzlemde Türkiye, İran ve Irak’ın ve küresel olarak ise ABD ve Rusya’nın ortak yol haritası ile mümkün olabilir. Aksi halde Suriye’deki iç savaşın yıllarca sürmesi kaçınılamazdır.
YAZARLAR
TÜMÜ
YORUMLAR