Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Başkent Postası

Kuran’da din eğitimi yoktur, olmaz da!

Birkaç yıl önce bu konuyu yazmış ve şöyle başlamıştım.

Din eğitimi, toplumumuzda çok hassas bir konudur. Asırlardır bunun için kurslar, okullar açılır. Aileler, çocuklarını dinlerini öğrensin diye buralara gönderirler. Günümüzde de ilkokullardan başlayarak din ve ahlak dersi okutulmaktadır. Kısaca %98’i Müslüman olan bir ülkede dindar gençlik, ahlaklı nesil yetiştirmek adına hemen herkes çocukluğunda Kuran kursu ya da din dersi görmüştür.

 Peki onca çabaya rağmen dindar, ahlaklı nesil olarak ne sonuç elde ettik? Hiç ayrıntıya girmeden söyleyeyim. Bugün gelinen nokta, dünya şeffaflık örgütü (Transparency International) raporlarına göre rüşvet, yolsuzluk gibi yüz kızartıcı suçlar da dünyanın en baştaki ülkelerinden biriyiz. Ahlak ve dürüstlük açısından üzücü ve maalesef utanç verici bir durumdayız.  Allah’a inanan bir insan ve bir sanatçı olarak beni rahatsız etti. Bundan dolayı bir sanatçı sorumluluğuyla bu yazıyı yazdım

Şimdi neden din eğitimi olmaz konusunu daha kolay anlaşılır bir şekilde yeniden açıklayacağım.

Kuran’da din eğitimi yoktur dedim. Aslında din eğitimi yalnızca Kuran’da değil diğer peygamberlerin tebliğlerin de kitaplarında da yoktur. Dahası önceki yazılarımda belirttiğim gibi, din eğitimi, yaratıcının planında yoktur.  Olmaz da! Çünkü Kuran’da bildirilen insana ilişkin ilahi amacın yapısına aykırıdır.  Bunu görmek için Kuran’ı çok iyi bilmek veya Arapçayı çok iyi anlamak gerekmez. Sadece akıl yoluyla okuduğumuzda, yaratıcı ve sisteminin üzerine biraz mantıkla düşündüğünüzde eğitimi de dahil dinin ne olduğu ve onunla le ilgili ilkesel gerçeklerin basit ve ortada olduğunu görürsünüz. Şimdi konuya ilgili çok önemli ilahi ilkeyi bildiren ayetlerle devam edeyim.

ENBİYA-47-“Hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz.” NİSA-77- “Size kıl kadar haksızlık edilmez.” Kur’an  bu ayetler gibi birçok ayette insanlara hiçbir haksızlık yapılmayacağını söyler.  NİSA-165-“Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın”.  Bahane olmayacağına ilişkin çok çeşitli ayetler vardır.

Bu ayetlere göre şöyle bir yapısal bir durum ortaya çıkıyor. Orada hiçbir haksızlık olmayacak, mutlak adalet olacak. Bu Allah’ın inanlara verdiği kesin bir taahhüdüdür. Bu yüzden, kimseye haksızlık olmaması için de insanlara bahane olabilecek tüm kapılar kapatılmıştır. Dolayısıyla ilkesine aykırı düşecek yapılara, uygulamalara izin vermez. Verseydi sistemde adalet sağlanamazdı! Nedenini bir kurgu yaparak açıklayayım. Diyelim ki yaratıcı sistemini din eğitimini gerekli olacak şekilde düzenledi. İnsanlara da çocukluktan başlayarak dini bilenler tarafından eğitilmesini önerdi.  O zaman ne olurdu?

  Öncelikle şunu söyleyeyim. Dünyada yalnızca müslümanlar yok. Ve de Kur’an’daki adalet ve hiçbir haksızlık olmayacak ilkesi inanan, inanmayan herkesi kapsar. Bu bağlamda, İnsanlık binlerce yıldır doğada küçük gruplar, topluluklar halinde yaşıyorlardı. Tarih boyunca dinden, Peygamberden haberi olmayan birçok insanlar olmuştur. Bir nedenle kitaba, eğitmene, öğretmene ulaşamayan bu insanların durumu ne olacaktır? Öyle ya! Kitap, daha birkaç yüz yıl önce matbaanın keşfinden sonra ulaşılabilir olmaya başladı. Ondan önceki dönemlerde Kur’an’ı olmayan biri, olsa bile onu öğretecek bir bilene, bir öğretmene ulaşamayan kişi ne yapacak? Bu kişilerin tanrı katında manevi sorumluluğu ne olacak?  Kısaca içinde bulundukları şartlardan dolayı yaptıkları yanlış uygulamalar için ne muamele görecekler. Haksızlık olmayacaksa bunların durumu ne olacak?

Kaldı ki asıl dindeki din eğitiminin kendisi büyük sorunlara sebep oluyor. İnançtaki vahim sonuçlar zaten insanlara din öğretmek için onların önüne düşenlerden kaynaklanmıştır. Örneğin milyarlarca Hıristiyan var. Birçok aile, çocuklarını dinlerini öğrenmesi amacıyla kiliselere götürüyor. Bu çocuklar ilahi kitaplarında yazdığı için Hz İsa’yı, Allah’ın oğlu olarak biliyor ve ona ibadet ediyorlar. Oysa Kur’an, bu davranışı şirk sayar.

Bu durumda Hıristiyanlar ilahi mahkemede “Tanrım sen din eğitimine izin verip ve öğretmenlere yetki vermişsin. Biz de senin dediğini yaptık. Öğretmenlerin senin gönderdiğini söyledikleri kitabına tabi olduk ve öğretmen olan papazların, rahiplerin dediklerini yaptık!” derler ve de haklı olurlar.  Bahaneleri olur. Çünkü gerçekten de pratikte Allah’ın gönderdiği denilen kitaba ve din yetkililerine uyuyorlar.

Benzer aykırılıklar, sapkınlıklar müslümanlar dahil bütün kitap ehlinde olduğu gibi başka inançlarda da var.  Milyarlarca insan iyi niyetle önlerine düşen din adamlarına inanıp onların söyledikleri, öğrettikleri şekilde inanıyor, davranıyorlar. Bu insanların hepsi de haklı olarak “Biz önümüzdeki din adamlarına tabi olduk. Onların gösterdiği öğrettiği şeyleri yaptık diye kendilerini savunurlar. Yani din adamlarını, öğretenlerini bahane etme hakları olur.

 Görüldüğü din eğitimi verilmelidir demekle nerelere varılıyor.  Çok vahim sonuçlar, problemler ortaya çıkabiliyor. Yukarıda da dediğim gibi dinle, inançla ilgili sorunların tamamı iyi veya kötü niyetli olarak dinin önüne düşen, dini öğreten insanlardan kaynaklanıyor.  Dolayısıyla kendi yarattığı insanı çok iyi bilen Allah, din eğitimi gibi insanlara bahane olacak böyle olumsuz durumlara kapı açmaz, izin vermez.

Peki ama insanlar dini nasıl öğrenecek?  Bir haksızlık bir bahane olmaması için yaratıcı bu konuda ne yapmıştır?

Merak etmeyin! “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” EN’AM-38  diyen yaratıcı, kitapta gerekli her şeyi açıkladığı gibi din eğitimi gibi konuları da açık bırakmamıştır.! 

Tüm sistemi olduğu gibi insanı da programlayan yaratıcı, dinin öğrenilmesi konusunu en başından çok basit bir şekilde çözmüştür. Bir adı da fıtrat olan dini, insanlara doğuştan yükleyerek işi halletmiştir. Böylece, peygambere ulaşamadım,  kitaptan, bilgiden haberim olmadı, kitaba ulaştım ama öğretecek kişilere ulaşamadım gibi bahaneler ortadan kaldırmıştır, olamayacaktır. Hiç kimseye haksızlık olmayacaksa bunun tek yolu budur.  Başka ne yapılırsa yapılsın,  sonradan din öğretilmesi yöntemlerinin tümünde haksızlıklar söz konusudur. Onun için yaratıcı dini insanlara yüklemiştir. Dini, akıl yoluyla kolayca bulunacak, kavranacak, uygulanacak hale getirmiştir. Bunun böyle olduğuna ilişkin ayeti vereyim

RUM-30- O halde sen hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. (Fıtrat kelimesi Kur’an’da sadece bu âyette geçer Diyanet İşleri meal ve tefsiri)

Görüldüğü gibi ayete göre din bir fıtrattır. “Dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel!”  Yani din, insanın davranış şeklini içeren yaratılış programıdır ona yönel diyor. “Allah’ın yaratmasında değişme olmaz” ifadesiyle  dinin, fıtratın doğan her insanda aynı olarak yüklendiğini kesin olarak belirtilmiştir. Bir benzetme yaparsak; din, aynı bir bilgisayarın işletim sistemi gibi doğan  her insana yüklenmiştir. Ayetin sonunda “Fakat insanların çoğu bilmezler.” Cümlesiyle de yaratıcı, insanların dinin ne olduğunu doğru anlayamadıklarını açıkça belirtmiştir. Böyle olunca da din konusunda hem yaratılış amacına hem de insanın biyolojik ve psikolojik yapısına tamamen zıt uygulamalar icat etmişlerdir. Önce insanlık dini ne olarak algılamış? Kısaca açıklayayım

İnsan türü yüz binlerce yıl içerisinde şartlara göre, ormanlarda, bozkırlarda, sıcak, soğuk, ılıman iklimler gibi yeryüzünün her bölgesinde uygun yaşam şekilleri ve kültürler oluşturmuşlar ve ona göre yaşamışlardır. İşte, insanlar bu normal yaşamlarını sürdürürken onlara elçiler gönderen Allah, sanki mevcut yaşam şekillerine aykırı olarak “Hayır, öyle yapmayacaksınız! Size din gönderiyorum, artık yaşam şeklinizi buna uygun olarak değiştireceksiniz. Din ne emrediyorsa o şekilde davranacaksınız, uygulayacaksınız.” demiş gibi algılamışlar ya da inandırılmışlar. Tabi böyle olunca da dini öğrenmek için bilgisine inandığı kişilere tabi olmuşlar.

Oysa yukarıda da belirttiğim gibi Allah diğer tüm canlıları olduğu gibi insanı da adına din (fıtrat) dediği bir davranış programı üzere yaratmıştır. Yani din; insan makinesinin nasıl çalışacağına ilişkin programdır. Mesele şu ki, insanın bir yaratılış amacı vardır. Bundan dolayı insan türü, diğer canlılardan farklı olarak, bilerek, doğru veya yanlış seçim yapabilecek şekilde programlanmıştır. Ancak, ne yazık ki insan, yaşamını oluştururken, çoğu yanlış seçimlerinden dolayı, sosyal ve bireysel hayatı aksamış, bozulmuş, çekilmez hale gelmiştir. İşte peygamberler bu yanlışları göstermek, doğruları hatırlatmak ve uyarmak için gönderilmiştir. Kısaca durum budur.

Buna göre mantıken bakıldığında da fıtratın yani dinin eğitimi olmaz. Çünkü bir konuda eğitilmeniz için o konuyu bilmiyor olmanız gerekir. Oysa din, sizde zaten yüklüdür. Bu bağlamda din, bir meslek değildir, akademik bir metin de değildir. Onun için eğitim gerekli, öğretmensiz olmaz düşünceleri yanlıştır.  Çünkü yaratıcının zaten size yüklediği bilginin başka kişiden eğitimini almak mantıksızdır.  Yapılması gereken şey yüklü bilgideki doğru şıkların uygulamasıdır. Yani pratiktir, eylem ve davranıştır. Bundandır ki “Oku” diye başlayan, bilgiyi, bilimi, araştırmayı, öğrenmeyi ısrarla öneren, emreden Kur’an,  kendisinin eğitim gerektirdiğinden hiç bahsetmez. İma dahi etmez. Yalnızca “Anlamadığınız yer olursa bilene sorun” demiştir.  Ki bu ayet de yanlış anlaşılmıştır. Her neyse din eğitimi olmamasının iki nedeni vardır.

Birincisi, buraya kadar açıkladığım gibi, din; fıtrat olarak zaten insana yüklenmiştir. İkincisi ise fıtrat ile aynı kaynaktan gönderilen Kuran’da, insanların nasıl inançlı biri olacağına ilişkin yapıyı net olarak açıklamıştır. İlgili ayetleri vereyim.

YUNUS-99-Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın?

ŞEMS-7-8-9- Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.

ABESE-7-Onun arınmamasından sana ne?

ABESE-11. Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur’an) bir öğüttür.

ABESE-12- Dileyen ondan öğüt alır.

Bu ayetlere benzer çeşitli şekilde, yüzden fazla ayetin var olduğunu belirteyim. Gelelim bu ayetlerin bildirdiği yapısal ilkelerin ne olduğuna;

YUNUS-99, ayetin ilk cümlesinde; Eğer ben isteseydim zaten insanların tümünü iman etmiş olarak yaratırdım O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın? Diyerek uyarıyor ŞEMS-7-8-9 da ise neden insanların inanmaya zorlanmaması gerektiğini açıkça belirtiyor. Bu ayetlerde insanın davranış programının düzgünce şekillendirildiğini, yaratılış amacına uygun olarak da ona doğruyu ve yanlışı, hem iyilik hem de kötülük yapma duygusu ve yeteneği verildiğini söylüyor. Seçimi insana bırakıyor ve iyiliği seçenlerin kurtuluşa ereceğini belirtiyor.

Bu yapıya göre; Peygamberine bile insanların inanması için ısrar etmesine izin vermeyen Allah, başka hiç kimseye eğitim veya başka yöntemlerle insanları inançlı olmaya, dine ikna etmeye kalkışmasına izin vermez. Çünkü insanı iman etmiş olarak yaratmayıp da ona inanıp inanmama seçeneği veren Allah kendisidir. Öyleyse sonradan neden onu inanmaya ikna etmesi için birilerine ruhsat versin, eğitim verin desin. Öyle ya! Ayetlerde belirttiği gibi en başından iman etmiş olarak yaratır sonradan hiç kimsenin uğraşmasına gerek kalmazdı. Ancak Allah’ın insanı yaratmasındaki planı başkadır. Onun bir şekilde iman ettirilip inançlı biri olması değil; aklını, vicdanını kullanıp bilerek, isteyerek inanması ve doğru işler yapmasıdır. Bunun böyle olduğu da açıkça belirtilmiştir.

 ABESE-11-12-“ Kuran bir öğüttür Dileyen ondan öğüt alır.” ifadesiyle ancak isteyene Kuran’dan öğüt verilebileceğinin altını çizmiştir. Aksi bir tutumu Allah zorbalık olarak nitelendirmektedir.  ABESE-7 de Onun arınmamasından sana ne? Ayetiyle de Peygamberimizi uyarmıştır. Dolayısı ile hangi gerekçe olursa olsun Kuran’ın, yalnızca dileyen, talep eden için bir öğüt olduğu durumu değiştirilemez.

 Şunu gözden kaçırmayın. Eğitim ile öğüt arasında fark vardır. Eğitim; bilmediğiniz bir konuda öğrenim görmektir. Öğüt ise; zaten uygulanmakta olan  ama yanlış düşünce ve eylemlerin doğrusunun ne olduğuna ilişkin bilgidir, uyarıdır.

 Buna göre “İman ederse iyi olur.” düşüncesiyle bile olsa hiç kimse insanların inanması için ısrar edemez; herhangi bir yöntemle baskı yapamaz. Bu yapıya aykırı zihniyetin ve gayretlerin önünü kapatılmıştır. Üstelik bu yapıyı doğrudan söyleyen ayet bile vardır.

BAKARA-256-Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.

Ben ayetteki zorlama kısmından daha çok ikinci cümleye dikkat çekeceğim. Eğer yalnızca dinde zorlama yoktur deseydi o zaman bugünkü anlayış kısmen de olsa doğru kabul edilebilirdi. Ama ayet doğru ile yanlış, iyilik ve kötülük kesinlikle birbirinden ayrılmıştır diye devam ediyor. Diğer ayetlerle birlikte değerlendirilirse şu sonuç çıkıyor. Dinde iyi ve kötü net olarak bellidir. İnsanın fıtratında neyin iyi ve neyin kötü olduğu bilgisi yüklenmiştir, gösterilmiştir.(ŞEMS 7.8.9)  Onun için ayet “dinde zorlama yoktur” derken “dinde zorlamaya gerek yoktur. Dolayısıyla sizin ikna etme, inandırma çabalarınıza ihtiyaç olmayacak şekilde planlandı” diyor.

Şimdi siz çok doğal olarak “Ne yani! Çocuklarımıza dini öğretmeyecek miyiz? Onların dindar kişiler olup, manevi kurtuluşa ermeleri için çaba sarf etmeyecek miyiz?” Diye itiraz edebilirsiniz. Merak etmeyin Kur’an insanların bu konudaki endişelerini ve çabaları olacağını atlamamış, muhteşem bir üslupla açıklık getirmiştir. Ayetleri vereyim:

 HUD-46-Allah, “Ey Nûh! O asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O halde hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.

KASAS-56- Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.

EN’AM-35-Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi elbette onları hidayet üzere toplardı. O halde sakın cahillerden olma.”

Şimdi gelelim bu ayetleri yorumlanmasına.

HUD-46 da Hz Nuh iman edip doğru yolu bulması için uğraştığı oğluna söz geçirememiş ve o benim oğlum ona hidayet et diye Allahtan yardım istiyor. Allah ta hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme” diyerek Peygamberine ret cevabı veriyor. KASAS-56 da, bizim peygamberimizin bir yakını için hidayeti isteğini reddediyor. ENAM-35 de ise ikna edemediği insanlara üzülüyor ve Allahtan bir mucize istiyor. Allah ta onun bu beklentisini sert bir ifade ile reddediyor.

 Verdiğim bu ayetlerin özelliği Allah peygamberlerinin birileri için inançlı olmaları, hidayete erdirilmeleri talebini reddediyor olmasıdır. Ancak dikkatlerden kaçan, ya da üzerinde pek fazla düşünülmeyen bir ifade var. Fark ettiyseniz iki ayette Peygamberlerini sadece reddetmekle kalmıyor, onların bu şekildeki taleplerini cehalet olarak nitelendiriyor ve cahillik etmeyin diye uyarıyor.  Düşünün bakalım bunun nesi cehalet? Öyle ya! Nihayetinde Nuh bir baba. Dolayısıyla inanan her baba gibi o da oğlunun iman etmesi ve doğru yola iletilmesini istiyor. Keza Peygamberimiz de herkes gibi sevdiklerinin inançlı olmasını, kurtuluşa ermesini istiyor. Bu son derece insani, duygusal ve masum bir istektir.  Elbette Allah da bunun masum bir istek olduğunu biliyor. Öyleyse neden cehalet olarak nitelendiriyor? Önce bir ayet vereyim

İNSAN-3-Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör.

Ayet “Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik.” Cümlesiyle bölüm boyunca tekrarladığım gibi insana, hem iyiliği hem de kötülüğü göstermiş, bunları bilecek şekilde programlanmış. “ister şükredici olsun, ister nankör”. İfadesiyle de seçimi insanın kendi iradesine bırakılmıştır. Sorumluluk da kendisine ait olacaktır. Yaratıcının insana ilişkin ilahi planı ve uygulama budur. Yani sınav gereği mevzuat böyledir.

 İşte bu nedenle peygamberlerin duygusal taleplerini cehalet olarak nitelendiriyor. Çünkü bu istekleri masum ve insancıl olabilir ama yapıya, mevzuat’a aykırı. Nuh’a “Hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme” ifadesi bu yapıya, mevzuat’a, işaret ediyor. Bende bu yapıdan dolayı, madem ki din insanlara yüklenmiş yani öğretilmiş olarak doğuyorlar ve seçim kendilerine bırakılmış.  Öyleyse Kuran’da din eğitimi yoktur, olmaz dedim.  

Burada da yine şu soru akla gelebilir. Peki ama! İnançla ilgili hataların karmaşaların olmaması için ne yapılmalıydı veya ne yapılması gerek? Bu soru da cevapsız değildir. Yukarıda verdiğim ayeti tekrar vererek devam edeyim.

RUM-30- O halde sen hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Muhtemelen fark edilmedi ama bu ayette sadece dinin fıtrat olarak insana yüklendiğini söylemiyor.  “Bütün varlığınla ona yönel” ifadesiyle de din, inanç gibi konuların doğru çözümünün de orada bulunduğunu belirtmiştir.  Yani böylesi soruların cevabına adres olarak insanı kendi programını göstermiştir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER