Asıl adı Muhammed Celâleddin olan İslam düşünce tarihinde öne çıkan şahsiyetlerden Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, 30 Eylül 1207’de (6 Rebîülevvel 604) bugünkü Afganistan, o dönemde İran sınırları içerisindeki Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya geldi. Annesi Belh emiri Rükneddinin kızı Mümine Hatundur. Babası Belh şehrinin ileri gelen bilginlerinden olup, bilginlerin sultanı unvanını almış olan Hüseyin Hatibi oğlu Bahaeddin Veleddir. Babası Sultanü-l Ulema Bahaeddin Veled bazı siyasi olayların ve yaklaşmakta olan Moğol istilasının nedeniyle Belh şehrinden ayrılmak zorunda kalmıştır. 1214 yılında Bağdat’a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe’ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam’a uğradı. Göç kervanıyla Şam’dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Karaman geldi. Karaman’da bir müddet kaldıktan sonra, nihayet Konya’yı seçip oraya yerleştiler. Mevlana Celaleddin Rumî, daha küçük yaşlardan itibaren kendisine bahşedilen istidat ve kabiliyetler dâhilinde olağan üstü haller yaşamıştır. 4 yaşında babasından felsefe, filoloji ve din dersleri almaya başlar. Batıdaki Anadolu Selçuklu topraklarına Rum diyarı denildiği için isminin sonuna “Rum-i” (Rum diyarında yaşayan) eki alır. Babası Sultânü’l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya’da vefat ettikten sonra Mevlana, medresede ders vermeye başlar. Sevgi ve saygı göstergesi olarak öğrencileri ve sevenleri tarafından “Mevlana” (Efendi) lakabı verilir. Böylece ismi ünvan ve sıfatlarla birlikte tam olarak “Mevlana Muhammed Mustafa Celaleddin-i Rum-i” olur. Türkçe konuşulan yerlerde ve İran’da kısaca Mevlana denilmektedir. Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Anadolu´nun en bilinen evliyalarından olan Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems’te ‘mutlak kemâlin varlığını’ cemalinde de ‘Tanrı nurlarını’ görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems’in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Hazreti Mevlana Şems’ten sonra yaşadığı uzun kederli dönemin ardından “aradığını kendinde buldu.” Dirayetli ve nüfuzlu bir babanın, kıymetli bir şeyhin ve büyük bilginlerin âlim ve mutasavvıf olarak yetiştirdiği Celaleddin Muhammed, hayatının olgunluk çağına doğru, tarihte örneklerine az rastlanır biçimde ilahi aşkın ateşlediği “Mevlana” olarak toplumun huzurundaydı. Aldığı örnek eğitim, edindiği sağlam ilim, dinmek bilmeyen aşkı topluma büyük bir sevgi, engin bir dünya görüşü olarak yansıdı. Mevlana Kur’an-ı Kerim’i esa alarak yüksek bir irfan düzeyine ulaşmış ve bu alanda çok etkili eserler ortaya koymuşlardır. Arada yüzyıllar geçmiş olsa da, etkileri günümüzde de devam etmektedir; çünkü Mevlana’nın dili ve tefekkür dünyaları evrenseldir. Eserlerinde daima insanı merkez olarak almış ve insanı yaratanına yaklaştıran ve ebedi mutluluğa ulaştıran yolları göstermişlerdir.
Herkesin birbirini anlamasını ve birbirine hoşgörü ile bakmasını, engin anlayışının temeli sayan ve kendisinin hayat görüşünün de Kur’an-ı Kerîm ile Hz. Muhammed (a.s)’ın çizgisi üzere olduğunu sık sık vurgulayan Mevlâna Celâleddin, 17 Aralık 1273 Pazar günü, 66 yaşında iken Konya’da vefat etti. Onun için ölüm aşka ve sevgiliye kavuşmaktı; bu yüzden öldüğü gün asırlardır “düğün gecesi” anlamına gelen “Şeb-i Arûs” adıyla anılıyor. Ölümün, rûhun hürriyete kavuşup hakîkî bir ölümsüzlük ve ikbâle gidiş olduğunu, şu mısrâları ile ne güzel ifâde eder:
“Öldüğüm gün, tabutumu götürürlerken, bende bu dünyâ derdi var sanma!”
“Benim için ağlama, yazık, «vah, vah!» deme! Beni toprağa verdiklerinde de «vedâ, vedâ!» (ayrılık, ayrılık) deme!”
“Mezar bir perdedir ki, onun arkasında cennetin huzûru vardır!”
“Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret! Güneş’le Ay’a gurûbdan hiç ziyan gelir mi?”
“Yere hangi tohum ekildi de bitmedi? Endişelenme! İnsan tohumu bitmeyecek diye telâşlanma!”
“Toprağa konulduğumu zannetme! Ayağımın altında yedi gök vardır.”
Vuslatının 746. yıldönümünde Hz. Mevlana’yı Hayırla ve Rahmetle Anıyorum.
YORUMLAR