Tarihsel süreç içerisinde Türkiye’nin Suriye politikasının su sorunu, Hatay meselesi, Hafız Esad’ın PKK’ya verdiği destek ve Öcalan Krizi bağlamında gergin bir süreçten geçtiği görülmektedir. Öcalan Krizi’nin Adana Protokolü’nün imzalanmasıyla birlikte çözüme kavuşması Türkiye Cumhuriyeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti arasındaki ikili ilişkilerin gelişimi için kırılma noktası olmuştur. Türkiye’nin Suriye ve daha geniş çerçevede Ortadoğu politikasındaki asıl değişken paradigma ise 2002 yılında AK Parti’nin iktidara gelmesiyle yaşanmıştır. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından geliştirilen “komşularla sıfır sorun” prensibi kapsamında Ortadoğu’da çok daha aktif bir bölgesel politika benimsenmiştir. Bu bağlamda Suriye ile olan ilişkilerin gelişimi de olumlu bir ivme kazanmıştır. Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkiler uzun süren olumsuz süreçlerin ardından 16 Eylül 2009 tarihinde imzalanan, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması ile somut bir düzelme göstermeye başlamıştır. 13 Ekim 2009’da Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu toplantısı gerçekleştirilmiş, böylece başlayan sürecin emin adımlarla ilerlediği inancı artmıştır. Arap Baharının Suriye’ye yansımasıyla birlikte başlayan rejim karşıtı gösteriler Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeniden gergin bir döneme girildiğinin sinyallerini vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Şubat 2011’de Beşar Esad’a; yaşanan Arap Baharından kaçış olamayacağını, bu sürecin eğer bir değişim içine girmez ve muhaliflerle barışmazsa Esad’ı da vuracağını söyleyerek, o güne dek olumlu giden Suriye-Türkiye ilişkilerinde bir sapma olacağının ilk işaretini vermiştir. Türkiye, Suriye’deki olaylarla ilgili başta çok net bir tavır takınmasa da daha sonra demokrasi ve özgürlükten yana olduğunu belirterek Beşar Esad’a halkın taleplerini karşılayacak şekilde reformlar yapması tavsiyesinde bulunmuştur. Türkiye, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kanalıyla Esat’a, durumu kontrol altına alması ve Arap Baharından etkilenmemesi için üç talep iletmiştir:(1) Uzun zamandır uygulanan olağanüstü halin kaldırılması ve muhalefetin barışçıl gösterilerine izin verilmesi, (2) Suriye’de yaşayan Kürtlere kimlik verilmesi ve (3) Ordunun şehirlere sokulmaması, şehirlerde polis gücünün kullanılması. Ne var ki Esad’ın bu talepleri dinlerken gösterdiği soğukkanlı duruş, bir kabullenmeyi ve Türkiye’nin önerdiği çizgiye geçmeyi beraberinde getirmemiştir. Esad ise Suriye’de, Tunus’ta başlayan halk isyanlarının Zeynel Bin Abidin’in görevden ayrılıp ülkeden kaçmasıyla sonlanması, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in istifa etmesi, Libya’da Muammer Kaddafi’nin görevi bırakmak zorunda kalıp halkı tarafından öldürülmesi ile Bahreyn ve Yemen örneklerinde görüldüğü gibi köklü bir değişiklik yaşanmasına izin vermemiştir. Kırk yıldan fazladır Esad Ailesi tarafından yönetilen Suriye, Arap Baharını tersine çeviren rüzgâr konumundadır. Suriye’deki ayaklanmalar kısa süre içinde bir iç savaşa dönmüştür. Arap Baharının diğer ülkelerde görülen yansıması Esad’ın kısa sürede gideceği yönünde olmuştur fakat Türkiye “Esad’sız bir Suriye” politikasında yalnız kalmıştır. Zira ABD, Fransa ve Rusya gibi önemli rol sahibi ülkelerin seçim çalışmaları Suriye’ye gösterilen uluslararası ilgiyi azaltmıştır. Türkiye 2011 yazından itibaren muhalifleri desteklemeye başlamıştır. 2011 yılının sonu itibariyle Türk kamuoyu Türkiye’nin Ortadoğu politikalarında “yeniden güvenlikleştirmenin” gerekliliğine ikna edilmeye çalışılmıştır. Bu dönemin diğer bir özelliği ise artık Suriye’yi kimin yöneteceğine değil Suriye’nin nasıl yönetileceğine odaklanılmış olmasıdır. Suriye’de şiddetin durdurulması için Haziran 2012’de ilk uluslararası zirve olarak Cenevre görüşmeleri başlamıştır. Krizin ilk aylarından sonra 2012 itibariyle göçmen akımı hızla başlamıştır. Türkiye, Suriyeli göçmenlere kapılarını en fazla açan ülke olmuştur. 2012 yılından bu yana ülkemizdeki Suriyeli göçmen sayısı 3,5 milyonu geçmiş durumdadır.
Suriye’nin 20 Ekim 1998’de altına imza koyduğu ve PKK başta olmak üzere teröre verdiği desteği resmen kestiğini ilan ettiği mutabakat. Suriye’nin taahhütleri şöyle:
1-Abdullah Öcalan ve PKK unsurları Suriye’ye sokulmayacak.
2-PKK kamplarının faaliyetleri yasaklanacak.
3-Suriye’deki PKK’lılar adalete sevk edilerek yargılanacak.
4-Suriye topraklarında Türkiye aleyhtarı faaliyetlere izin verilmeyecek.
5-Suriye, PKK’nın terör örgütü olduğunu kabul ediyor.
6-PKK’nın Suriye’deki ticari faaliyetlerine izin verilmeyecek.
7-İki ülke güvenlik makamları arasında doğrudan telefon hattı kurulacak.
8-İki ülke arasında, Suriye’nin taahhütlerini denetlemek için, özel bir mekanizma oluşturulacak. Bu çerçevede Türkiye, Suriye’ye iki gözlemci gönderecek.
9-Suriye ile Türkiye arasında 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı antlaşmasının gizli belge mahiyetindeki şartlarına göre Türkiye’ye Suriye’de sınır ötesi operasyon hakkı tanındı. Gizli tutulan madde, Suriye’den Türkiye’ye yönelik olası bir terör saldırısı durumunda, Suriyeli yetkililerin iznine gerek olmadan, Türk askerine operasyon yetkisi veriyor.
Putin’in 21 sene önce imzalanmış ancak 2011’den bu yana işlerliği olmayan mutabakatı gündeme getirmesinin iki temel amacı olduğu kaydediliyor. Birincisi, son dönemde askeri hazırlıklarını tamamlayan Türkiye’nin tek taraflı bir müdahaleye kalkışıp Suriye sınırları içinde yeni bir cephe açmasını ya da ABD ile anlaşarak güvenli bölge oluşturmasını önlemeye çalışmak. İkincisi, güvenlik kaygılarına saygı gösterdiği Türkiye’ye terörle mücadelede en doğru yolun Suriye yönetimi ile iletişim kurmak olduğu mesajını verirken, Suriye yönetimine de Türkiye’ye dönük terör tehditlerini önleme taahhüdü anımsatmak. Artık Suriye krizinin yeni bir evrede olduğunu söylemek mümkün ve bu yeni evrede Türkiye geride bıraktığımız yıllara nazaran daha güçlüdür: Birincisi askeri olarak Suriye’nin birçok bölgesinde varlık göstermesi Türkiye’nin soruna müdahil olan aktörler tarafından dikkate alınmasını zorunlu kılıyor. İkincisi Suriye krizinin siyasi çözümü aşamasında Türkiye bundan sonra öyle ya da böyle bütün süreçlerin asli unsurlarından biri olacak. Bu bağlamda muhalifler üzerinde sahip olduğu etki ve kontrol Türkiye’nin pozisyonunu bütün taraflar açısından daha anlamlı hale getirmiş durumda. Üçüncüsü ise Türkiye’nin PKK/PYD/YPG’nin Fırat’ın doğusundaki varlığına müsaade etmeyecek olmasının Türk-Amerikan ilişkilerinde belirleyici olacak olması. Türkiye’nin sahadaki askeri varlığı, muhaliflerle olan sıkı ilişkisi ve Rusya-Avrupa-ABD arasında kurduğu bağlantıyı sahaya başarılı bir şekilde yansıtabilmesi Suriye krizinin siyasi çözümünde Ankara’yı en önemli adreslerden biri haline getirecek. Türkiye sahanın gerekliliklerini yerine getirdikçe jeopolitik oyunda asli oyunculardan biri haline geliyor. Rusya ve Türkiye, Suriye iç savaşının sona erdirilmesi konusunda başlattıkları Astana ve Soçi görüşmeleriyle diplomatik açından da başarı kazanmışlardır. Suriye’deki iç savaşta sıcak çatışmalar durma noktasına gelmiş ve Suriye’den Türkiye’ye mülteci akını kesilmiştir. Hatta Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla oluşturulan güvenlikli bölgelere Türkiye’den geri dönüşler başlamıştır. Suriye iç savaşında çatışmaların sona ermesi Türkiye, Rusya ve İran arasında varılan mutabakat sayesinde mümkün olabilmiştir. Suriye halkı Amerika, Rusya gibi bölgeye ilgi duyan büyük güçlerden göremediği desteği Türkiye’de bulmuştur. Türkiye, Suriye görüşmelerinde Suriye halkının talepleri ve Suriye’nin geleceği konusunda arabuluculuk rolüne üstlenirken hâlihazırda bölgesel ve bölge dışı tüm aktörlerden farklı olarak rejim karşıtı politikası ile riskli bir sorumluluk altında bulunmaktadır.
YORUMLAR