Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
FAKİR YILMAZ ( yazıyorsam sebebi var )

ANLAŞILMAK İÇİN ASILMAK MI GEREK!

ANLAŞILMAK İÇİN ASILMAK MI GEREK!

Şiirlere mal olan aşklarıyla zamanın ünlü çapkını Nazım
Hikmet, asılamadıysa da gurbette, memleket hasreti ile Bordo bereli değil, Bordeauxlu Paris’te gözlerini yumdu, hem de memleket özlemi ile..
Hem benim de gitmek isteyip ama birçoklarının inanıp, yeniden oy verdiği iktidarca “bizden beter yerde sürünüyor…” (!) denen ve ancak onca gitmek isteyene vize verilmediği Almanya ile kapısında beklediğimiz Avrupa’da gözlerini kapatan Ahmet Kaya gibi … Gideli 60 yıl olmasına rağmen, ben daha doğmadan adına yazılan türkünün başkasına hem de kendisine muhalefet edene, hatta getirin hemen asın diyene yazıldığı sarı saçlı, mavi gözlü adam… Tek suçu yazmak, fikirlerini özgürce satırlara dökmekmiş. Bir de yetmezmiş gibi sosyalistmiş hatta dönemin teröristi, komünistiymiş! O yüzden kaçıp, ölene dek sürgünde kalmış…
Nereden çıktı şimdi Nazım Hikmet ve aşkı en güzel şekilde anlatan şiirleri bilmem ama, haziran ayının baskısı mı, Deniz’in asıldığı mayıs ayında gelmeyen baharın etkisi mi anlayamasam da, iç dünyamın dışa vurma dalgalarına esir düşüp, sanki biraz olsun Nazımlaşıyorum; naz ettikçe sağı solu kırdığımı fark etmeden…
Tabi son yıllarda yaşadıklarımın birikimi mi sanki iyiden iyiye ısınan haziran ayı ile birlikte eriyerek, sel olan Kısır Dağı’nın karları gibi sel olup, önüne kattığını alıp, götürme stresi mi, yoksa şair Ecevit’e özenip ama onun gibi şiirler yazamayıp, sadece artık sevmediğim, görmek istemediğim, anıları, yaşanmışlıkları silen bir anlayışla yenilenen kız kuleli Üsküdar’ı 21 yıldır atı alıp geçerek muhalefeti çatlatan şarkılar söyleyen Erdoğan gibi coşmak istiyorum belki de.
Ama olmuyor… Çünkü O benden de bedenen, beynen çok ama çok yorgun…
Ve ne Nazım’a, 35 yıldan fazladır aynı sakalı bıraktığım kirli sakalımın her geçen gün beyazlaşıp, iç dünyamı dışa vurması, bir anda sanki sakalına özendiğim Ahmet Kaya misali vurulmak üzereymişim gibi…
Ha bu arada ayakta, cadde ortasında dört duvar arasına volta atıyormuşçasına cep telefonu ile okyanus ötesini aşıp, yazdırdığım yazımı dinlercesine ayağımın altındaki biriken karınca sürüsünü ezmemek için direnirken izliyorum boncuk boncuk tespihlere dizilmişçesine çekip, gidiyorlar önümden, beni bırakıp gidenler gibi…

Şiir yazamasa da , okuduğu şiir için tutuklanıp yıldızının parladığı siyaset alanında tek suçu saz çalıp, “seni başkan yaptırmayacağız” diyen Selo’nun yarım bıraktığı başkanlığın hırsıyla kalabalıklara “asın asın” diye bağırılmasının aslında bana bu yazıyı yazdırıp, bugünkü başlığını koydurttuğunu fark ettim.
Kim demişti bilmem ama, “Seni asmak gerek astıktan sonra da asıldığın ağacın dibine oturup ağlamak gerek “ sözünü hatırlatıyordu yaşananlar…
Ama bilmiyorlardı ki, o ağaçtan düşen elma ile yer çekimini fark edip çağ değiştiren Newton’un da Nazım gibi Ahmet Kaya, Demirtaş ve niceleri gibi asılsalar da, hapise girip zindanlara atılsalar da, ölseler de onları asan, astıranlar gibi unutulmadıkları, kitaplara, şiirlere, sazlara sözlere kaynak olurlarken, bir ölüp bin dirildikleri ve asılsalar da geç olsa bile haklı oldukları anlaşılıyordu yaşanan, biten ama unutulmayan aşklar gibi…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER