Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Yücel Can

AYAKKABI

AYAKKABI

 Hayat; doğumdan ölüme kadar devam eden bir süreçtir. Hatta hayatın doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar, ebediyete kadar devam eden bir süreç olduğunu ifade etmek de mümkün.

Ve hayata, dünyaya ilk gelişte anlam verilen ilk faaliyet de ağlamadır. Bu ağlamanın yaratılış esasına göre de birçok sebebi vardır elbette. Ama mecazi olarak düşünüldüğünde acaba bu bebekler dünyanın yüküne, meşakkatine, sıkıntılarına mı ağlıyorlar dememek de mümkün değil yani!

Doğumdan itibaren bir kucak ve şefkat yaklaşımında hamiyete muhtaç olan yavrucaklar düşe kalka da olsa hayata direnircesine ayakta kalmayı, yürümeyi becerebiliyorlar. Bir noktada hayat devam ediyor mesajını veriyorlar sanki.

Hayatın en önemli dönemleridir bebeklik ve çocukluk yılları. Bu dönem bir tohumun filizlenmesinden şekil alıp hayatını devam etmenin ilk adımlarıdır. Bu nedendendir ki birçok sıkıntının sebebi doğuma kadar uzayan süreçte hikâye edilir. Hani atalarımız demişler ya “ağaç yaş iken eğilir.” Ne olursa zamanında…

Dünya hayatının da bir anlamı, amacı vardır elbette. İnsanoğlu başıboş yaratılmamış, hayat sadece yemek içmekten ibaret olmadığına göre!

İşte hayatın başladığı ilk andan itibaren aynı zamanda bir eğitim ve öğretim süreci dünya sınıfında değişik imtihanlarla devam edip gidiyor. Birçok dönemlerden geçen insanoğlu iletişime başladığı ailenin yapısı ile şekillenerek ikinci derecede ilişkiye girmiş olduğu kişilerden de etkilenerek karakterler zincirini bir bir ekliyor hafızasına, bedenine.

İyiyi güzeli, doğruyu yanlışı, estetiği ve kutsal değerleri öğrenenler hayat yolculuğunda tecrübe eksikliğini sıkıntılara girmeden, kişilikleri fazla örselenmeden yürüyorlar su sonsuz sahrada. Hayatın devam etmesi için hava, su, toprak kadar başka faktörler de var yaşamak için. Neden, niçin, nasıl, nereye sorularına cevap aramak bu hayatın onurlu, anlamlı ve huzurlu bir şekilde yaşamanın ifadesi ve aynı zamanda adresidir. Yoksa bu dünyayı bitmeyen bir hayat uykusuna aldanışın rüzgâr gibi geçtiğine şahit olacağız.

Hayat için önemli olan bir diğer nokta da vatan, millet, bayrak, eğemezdik ve kutsal değerlerdir. Bir noktada bunlar hayatın anlamı olduğu kadar tanımıdır da. Bunlar olmazsa hayat da olmaz. Hayatın bu anlamda devam etmesi için mücadele, topraklara sahip olma ve topraklarını koruma, düşündüğü gibi yaşama ve özgür olarak hayatı sürdürebilme hayatın olmazsa olmaz şartlarındandır.

Vatan sevgisi için canını, malını feda edebilmek. Hem de savaş ortamında bile adaletten, insan sevgisinden ve saygısından taviz vermeden. Bu millet ve öyle bir düşünceye sahiptir ki kendisini kendisi yapan ve kendisini diğer milletlerden farklı kılan tarihten gelen silinmez güzel örneklerle dolu hatıraların, sonsuz gerçeklerin sahibidir.

Çocuğa, kadına, yaşlıya, acize, yeşile zarar vermeden savaşan bu şanlı milletin en önemli bir diğer özelliği de kendi hırsını frenleyerek taarruzlarında talanı yağmayı bir savaş gereği görmemesidir. Hem de yurtta ve dünyada sulh ilkesini göz ardı etmeden. Öyle ki fethedilen yerlere kendi inançlarına göre hayat ve yaşama garantisi vermişlerdir. Düşünün bir çağ başlangıcı olan İstanbul’un Fethini, Sultan Fatih’in bugünün Süper Güçlerine örnek olacak hareketlerini. Esirlerin onurları ve namusları ayakaltına alınmamış, esirler bile özgürler gibi muameleler görmüşler bu asil milletin uygulamalarında. Sadece bu kadar mı?

Hükümdarlar bile farklı dinlere mensup olanlarla mahkeme karşısında adil yargılanmayı talep etmişler. Kıtalara hâkim olan Osmanlı’da değişik ırklara, milletlere ve dinlere sahip olanlar kardeşine bir arada yıllarca yaşamışlar ve hatta Çanakkale’de omuz omuza bir destan yazmışlar. Ama ne hazindir ki çıkarlar, menfaatler, ihtiraslar, ayrılık gayrılıklar, hizipler değişik kılıklarda adeta hortlamışlar. Yıllarca beli ve kolu bükülemeyen şanlı milletin toprak bütünlüğü hilelerle, devleti içten çökertme senaryolarıyla hayat bulmaya çalışmış. Ve Osmanlı ancak “hasta adam” tanısı ile yıkılmaya, yıpratılmaya çalışılmış.

Ermeni meselesi, yurtdışı temsilciliklerimize atılan hain kurşunlar, azınlıklar ve özgürlükler meseleleri, doğu- güneydoğudaki çirkin senaryolar, mezhep, bölgecilik çatışmalarının ve bunun gibi daha nice olayların temeli ta Osmanlı’da başlanılan hasta tanısına göre uygulanan teşhise yönelik adam öldürme, devleti bölme ve yok etme senaryolarının kendilerine göre tedavisidir. Ve bu oyunda kimler figüran değil ki, kimler kullanılmıyor ki. Başta çocuklar ve kadınlar! Gösterilerin en önünde, uyuşturucunun ilk basamaklarında, okullarda olması gerekenler; dağların tepelerinde kandırılan çocuklar, suiistimal edilen kadınlar ve daha neler neler!

Doğu ve Güneydoğu’da oynanan oyunlara rağmen askerin halkı kucaklayan yaklaşımları, vatandaşa sağlık başta olmak üzere yapılan yardımlar. Adana’da, Gazi Osman Paşa’da, Batman’da emniyet güçlerine saldıran, taş atan çocukların taşlarına gül ile cevap verme yaklaşımları.

Bu ülke üzerinde oyun oynayanlar ve bu oyuna alet olanlar terör örgütü yanlısı gösteride yine çocukları öne sürmüştü. Çocuklar, göstericilere müdahale etmek isteyen polislere taş atmaya başlamışlardı, hem de bu ülkede güvenliklerini sağladıkları kişilere. Taşlı sopalı saldırıları durduran ise karşı saldırı değildi. İşte operasyonun özeti

Ve biten çatışmanın diyalogu;

Komiser: Siz bu göstericilere uymayın. Haydi, evinize gidin. Yarın da karakola gelirseniz hepinize ayakkabı dağıtacağım.

Çocuklar: Bize bilgisayar da alacak mısın?

Komiser: Benim evimde de bilgisayar yok. Size nasıl alayım?

Ve bu konuşmanın ardından elli çocuğa verilen ayakkabı sözü ile çocuklar evlerine dönüyorlar. Mücadeleye bakın, kendi insanını kullanma, hem de elli çift ayakkabı için.

 Bu ne samimiyet?

Bu yavrucaklar da doğarken yoksa bu hallerine de mi ağlamışlardı?

Çocuklar bir bahçenin gülü, hayatımızın aynası ve geleceği.

Bu vatan bizim. Eğer insanlarımız güzel bir hayat tarzına sahip olursa, kötülükler kalplerde, beyinlerde bitirilse, herkes kendi kendisini kontrol ederse, kendi emniyetini sağlarsa belki de güvenlik güçlerine fazla ihtiyaç bile duyulmayacaktır. Tabii asıl olan da hiddetin önüne aklıselimle geçilerek toplumun ihtiyacına göre yangını söndürecek sevgi suyunu gönüllere serpmektir.

YORUMLAR

2 adet yorum var

  1. Malesef kıymetli komiserimizin yaptığını terör güçleri başka şekilde belki ailesinin canıyla tehdit ederek taş atmalarını, bazıları ise taş yerine daha ağır şekilde ihanete varan davranislari küçücük bir çıkar uğruna fiiliyata geçiriyor.

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER