Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Halit Korkmaz

Demografik Yapı Üzerinden İç Politika

Demografik Yapı Üzerinden İç Politika

Demografik savrulmalar günümüzün en sıkıntılı küresel problemleri hâlini almıştır

Brezilya’dan, Meksika’dan ABD’ye; Afrika’dan AB ülkelerine, Ukrayna’dan AB’ye,  Afganistan’dan Pakistan’a, İran’a, şimdi de Türkiye’ye ve ülkemizin iç ve dış politika kulvarında ciddi bir çekişme ve çatışma konusu haline getirilen Suriye göçmenleri hem varlıkları  hem de art niyetli siyasi istismarcılarca yerli halk/göçmen çatışması çıkarabilmek adına zemin oluşturulmak istenmektedir.

Türkiye’de seçimlerin yaklaşması ile siyasi arenada var olan jargonun şiddeti tırmandırılarak  gayrı stratejik bir hâl aldığı göze çarpmaktadır.

Dünyada ve ülkemizde çekilemez hâle gelen ekonomik sıkıntıların üzerine demografik çalkantılarında eklenmesi ile kaosun nerede duraklayacağını kestirmek mümkünü kabil  değildir.

Sığınmacıları hedef alan ırkçı yaklaşımlar ve kışkırtmalarla oluşturulmaya çalışılan nefret iklimi ardından ben milliyetçiyim ve/veya halkçıyım deyip siyasette oy devşirmeye çalışmak kadim Anadolu halkının gönlünde tuz gölüne atlayan domuz gibi  tuz buz olmakla eşdeğerdir.

Hepsini süpürelim atalım diyen siyasetçiler var.

İçlerinde en azından Türk olanlarını ayır bari.

Be insafsız.

Yıllardır Anadolu’da Afganlar çobanlık yapmaktadır.

Türkiye, Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi bir devlettir.

Anadolu, dünya tarihinde farklı dinlere ve milletlere ev sahipliği yaparak genel itibariyle yerleşim amaçlı olsa da, kıtalar arasında köprü vazifesi görmüş, hem dindaşlarına, hem soydaşlarına hem de insanlık vazifesi ahdederek  yüreğini her zaman mazluma, çaresize ve yurtsuza açarak evini, toprağını ve aşını hiç sakınmadan paylaşmıştır.

Günümüz Türkiye’sinin demografik yapısının biçimlenmesine ve yapı taşlarının yeni bir hâl almasına, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşanan ve büyük çapta Anadolu’nun etnik değişimine neden olan göç dalgalarına son yıllarda  Irak, Afganistan ve Suriye göçlerinin de eklenmesi  günümüz Türkiye’sini keman yayı gibi germeye yetmiştir.

Türkiye’ye sığınanların üzerlerine bomba yağdığı için onlara kapılar açılmıştır!

Alırsın almazsın ayrı bir konu.

O senin insaf ve insanlığını ortaya koyar.

Osmanlıda aldı, Cumhuriyet de aldı.

Padişahta aldı, M Kemal’de, RT Erdoğan’da…

Ne hikmetse bu göçlere kadim Anadolu halkı ve Türk devleti bütün iştiyakıyla yardım etmeye devam ederken kimi siyasi partiler ve Anadolu’ya  sonradan göç edip vatandaşlık alan bazı siyasetçiler kaba bir dille utanmadan, arlanmadan hepsini göndereceğiz şeklinde gayrı hukuki ve gayrı insani beyanat vermektedirler.

Siyasetçi değil özel görevli oldukları görünümü vermektedirler.

Diğer taraftan hükümetin biz iktidarda iken kimse gönderemez babından yapılan açıklamaları da konunun özüne yapılan teknik bir açıklama olmaktan uzak durmaktadır.

Ne “süpürüp alacağız” ne “süpürüp atacağız” açıklamaları uygulanabilir değildir.

Eşya olsalar bile böyle konuşmak insan olanı üzmelidir.

Meseleye kayıkçı kavgası olarak yaklaşmak Türk siyasetinin iktidarını da muhalefetini de saygıdan, hukuktan vareste tutmaktadır.

Ülke için stratejik bir hâl alan göçmen politikalarının öncelikle açıklık ilkesine kavuşturularak devletin stratejik kurumları nezdinde irdelenerek yürünecek yolların tespit edilmesi öncelik taşımaktadır.

Türkiye’nin bir “göç bakanlığı” kurması şarttır.

Kabul etmek gerekir ki  dünyada en fazla göçmen Türkiye’de bulunmaktadır.

Göçmenleri göndermekte, elde tutmakta öyle kolay bir durum değildir.

Mesele, avuçta ateş gibi durmaktadır.

Türkiye’de doğup ilkokulu bitiren çocukların olduğunu, ülkemizde fabrika kurup yüzlerce işçi çalıştıran, mağazaları, restoranları atölyeleri olan iş insanları ve işletmeleri olduğunu, doktoru, mühendisi, sanatçıları olduğunu bilip öyle konuşmamız gerektiğini bilmek ve ona göre tavır geliştirmek çıkarılmak istenen muhtemel kaosu önleyecektir.

Yerleştirildikleri illerin sanayi alt yapılarında düşük ücretlerle istihdam edildikleri bilinen bir gerçektir.

Bir çok işi mültecilerden başka yapan da yoktur.

Türkiye aldığı bu göçleri planlı bir iskâna ve yerleşime tabi tutamamıştır.

Kaos da burada başlamaktadır.

Göçmenleri Suriye’de bombalayarak Türkiye’ye gönderen zâlimlik ne ise Türkiye’den de apar topar Suriye’ye sallamak aynı zâlimliği tekrar yaşatmakla eş değerdir.

Suriye’de verilmeyen temel haklara karşı dış destekli halk ayaklanmalarını kendi halkını bombalayarak bastırmaya çalışan rejim, emperyalist güçlerin çöreklenmesi ile üçe bölünerek devletini kaosa sürüklemiş, yerleşen terör örgütlerinin ilk hedefi Türk sınırlarına yakın Türk kasaba ve şehirlerini bombalamaya başlamaları asıl hedefin Anadolu toprakları olduğunu net bir biçimde ortaya koymuştur.

Suriye kaosu ABD, Rusya ve İran’la Türkiye’nin birinci derecede çekişme ve çatışma riski taşıdığı, ilerisinin durulmuş ve barış ile sulh bulacak bir zemin ve zaman ortaya koymayacağı açık gözükmektedir.

Anılan ülkelerle Türkiye terör adı altında örtülü/açık bir “savaşı” zaten yürütmektedir.

Suriye’de şu an sosyal hayata günde dört saat elektrik verilebilmektedir.

Suriye’de Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığı muhtelif harekâtlarla barışa kavuşturduğu bölgelere ülkenin diğer bölgelerinden mütemadiyen göç akmaktadır.

2011’ de nüfusu 22 milyon olan Suriye’nin  11 yılda bir milyona yakın insanının hayatını kaybettiği, 7 milyona yakın Suriyelinin ülke içinde yerlerinin değiştirildiği, baraka ve çadırımsı korunaklarda hayatlarını idame ettirdikleri, yaklaşık 7 milyon insanında ülkeyi terk ettiği ve terk eden nüfusun 3,6 milyonunun Türkiye’de yaşadığı istatistiklere yansımış durumdadır.

Ülkemizde ki  “Suriyeli nüfusu” başka hiç bir ülkenin sindirmesi, hazmetmesi mümkün değildir.

Harcanan yaklaşık bedel 50/60 milyar doları bulmuştur.

Türkiye’nin haricinde Suriye’den Lübnan, Ürdün, Irak ve Mısır’da göç alarak nasiplerini almışlardır.

Suriye’den AB’ye yaklaşık bir milyon insan göç etmiş fakat AB ile Türkiye arasında imzalanan göç anlaşması muvacehesinde bu nüfus 169,060’a gerilemiştir.[1]

Suriye’de sadece rejim ve ona yakın bir avuç nüfus sağlıklı geçim hayatı sürebilmektedir.

Suriye ordusunu İran yönetmekte ve finanse etmektedir.

PKK’dan arta kalan petrol bölgelerinden elde edilen gelirden rejime yakın nüfusa günde iki dolar ücret ödenebilmektedir.

Suriye yaklaşık 11 yıl önce yerle bir edilerek emperyalizmin pençesine düşürülmüş, Ukrayna ise aynı planla bugün emperyalizmin hışmına uğratılmıştır.

Fotoğraf aynı!

Devlet ve şehvet birbirinden uzak tutulmalıdır.

Her iki devletin şehvetle yönetildiğini net olarak tetkik etmiş durumdayız.

Yapılan araştırmalar, bölge ülkelerinde yaşayan Suriyelilerin büyük bir bölümünün ülkelerine dönmek istediğini gösteriyor.

BM’rin Lübnan, Ürdün, Irak ve Mısır’da yaşayan Suriyelilerle yaptığı ve Mart 2019’da yayımlanan araştırmasına göre Suriyelilerin yüzde 75,2’si bir gün Suriye’ye dönmeyi umuyor.

Dönmeyi düşünmeyenlerin oranı yüzde 19,3 iken, yüzde 5,5 de kararsız olduğunu söylemiştir.[2]

Türkiye’de, Sosyo Politik Saha Araştırma Merkezi’nin Ocak 2019’da Gaziantep, Şanlıurfa ve Kilis’te yaptığı anket de Suriyelilerin yüzde 56,1’inin ülkelerine dönmek istediğine işaret ediyor.

Türkiye’de son dönemde yapılan farklı kamuoyu araştırmaları, “Suriyeliler” konusunun hem ekonomik hem de toplumsal-kültürel nedenlerle ülkenin “en önemli sorunlarından biri” olarak algılandığını gösteriyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin özellikle yaklaşan seçimlerden teşne Suriyeli mültecilerin denetimi ve bir bölümünün geri gönderilmesi politikasına daha fazla eğildiği görülüyor.

Suriye rejiminin “Türkiye’nin mülteciler üzerinden siyaset yaptığını, askeri operasyonların işgal olduğunu, ülkenin kuzeyindeki demografik yapıyı değiştirmeyi hedeflediğini” savunmakta “tek çözümün Türkiye’deki mültecilerin geldikleri kasaba ve kentlere dönmesi olduğunu” belirtmekte ise de o bölge ve kasabalarda bugün hiçbir hayat ve yaşam belirtisi bulunmamaktadır.

Ankara ise “Suriye’de rejiminin sivilleri hedef aldığını, Türkiye’nin onları bombaların altına gönderemeyeceğini, onları koruduklarını ve bu konuda Batı’dan yeterli destek görmediklerini” savunuyor.

Türkiye, Suriyeli göçmenlerin geri dönüşü için Şam’la koordinasyon içinde hareket eden bölge ülkelerinden tamamen farklı bir yol izliyor.

Ankara, göçmenleri Suriye’nin kuzeyinde askeri operasyonla kontrol sağladığı bölgelere göndermeyi teşvik ediyor.

Sayıları 500.000 bini bulan bir kısım Suriyeli göçmen geri dönüp bu bölgelere yerleşmiş durumdadır.

Söz konusu bölgeler  Türk ordusunun kontrolündedir.

Türkiye, bir yandan milyonlarca Suriyelinin yerleşebileceğini söylediği bir güvenli bölge kurmak istiyor.

Çünkü Türkiye Suriye’nin kuzeyinden “bölünme girişimlerine” fiili olarak maruz kalmış, güçlü siyaseti ve ordusu ile bu bölünmeyi şimdilik bertaraf etmesini bilmiştir.

Peki, planlanan güvenli bölge geri dönüş açısından bir çözüm olabilir mi?

Dünyadaki örneklerine bakıldığında, başarılı sayılabilecek güvenli bölge deneyimleri arasında Kuzey Irak‘ın öne çıktığını söyleyebiliriz.

1991 yılında Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak devletinin, ülkenin kuzeyindeki Kürt bölgesine  gerçekleştirdiği operasyon büyük bir göç dalgasına neden olmuş, anılan coğrafya uçuşa yasak bölge ilân edilerek  bir güvenli bölge oluşturulmuştu.

Sözkonusu bölge yaşam ve idaresini halen sürdürmektedir.

Türkiye’de ki Suriye’li göçmenlerin geri gönderilmesi vatanında kukla lider durumuna düçar olan Esad’la görüşülüp sonuç alınması  mümkün değildir.

Suriye politikasında ABD bir tarafa, Suriye ile ilgili verilecek kararlarda Suriye rejiminin değil İran ve özellikle Rusya’nın diplomasisi etkili ve geçerli  olacağı kanaati öne çıkmaktadır.

Türkiye/Rusya diplomasisinde  son yıllarda kazan kazan üzerine birlikte yürüttükleri ve başardıkları çok sayıda proje olduğu gibi karşı karşıya gelip çarpıştıkları projelerde mevcuttur.

Suriyeli göçmenlerin her nasıl olacaksa konumlandırılmalarının bugünkü haliyle kısa sürede mümkün olmadığı, Suriye rejimi yetkililerinin çözüme muktedir olmadıkları, anılan problemin özellikle Rus ve Türk devletlerinin birlikte yürütecekleri diplomasi ile şekil alabileceği düşünülmektedir.

Türkiye’nin son yıllarda terörü Anadolu’dan bertaraf etmesi, oluşan huzurlu ortamın “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını” daha cazip hale getirmesi ülkemize olan insan akışında artışa sebebiyet vermiştir.

Bir daire al da vatandaş ol kriterlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Hiç kimse gelmesin demek ırkçılıktır.

Anadolu’nun demografik yapısı, ayrılıkçı siyasetçilerin 22 il için planladıkları “özerklik” projesinin de göz önüne alınarak düzenlenecek yeni yasalarla tahkim edilmesi şarttır.

 

 

 

Arz ederim.

 

 

 

Kaynakça:

1-)Kitlesel Akınlar (goc.gov.tr)

2-) Komşu ülkelerdeki 6 milyona yakın Suriyeli mülteci       ülkelerine döner mi? – BBC News Türkçe

3-)Akıl Odası Programı (tvnet.com.tr)

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER