Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Mehmet ÇATAKÇI

DEVLET BAŞKANI DEVLETİN SAHİBİ DEĞİL DEVLETİN EMANETCİSİDİR…

Şunu hiç kimse unutmamalıdır.
Yönetimler ve yönetenler geçicidir.
Devlet bunlara geçicici olarak halk tarafından teslim edilir,yeri ve zamanı
geldiğinde yine halk alır. Yani yönetenler kalıcı değildir. Emanetçidir.
İnsanlık tarihinin yüzyıllar içindeki toplumsallaşma macerasının bize söylediği, özellikle site
devletlerinden daha karmaşık devlet yapılarına geçişle birlikte yönetimsel anlamda farklı
modellerin tecrübe edildiği gerçeğidir.

Ve tarihsel süreç içinde genellikle hilafet, krallık, monarşizm, despotizm, Hanlık ve
padişahlık olarak tezahür eden yönetim modellerine baktığımızda bu yönetimlerin başında
olanların sıfatlarının da bazen kral, bazen halife, bazen tiran, bazen Han, bazen de padişah
olduğunu görürüz. Belli tarih aralıklarında farklı modeller denenmiş olsa da insanlığın
yönetim modellerinin hikayesi özetle böyledir.
Tarihin seyri içinde bu yönetim anlayışları da zamanla değişmiş ve modern devlete
evrilmiştir. Bugünkü dünyada devleti artık demokrasi üzerinden tanımlıyoruz. Çünkü insanlık
uzun tecrübelerden sonra demokrasi ortak paydasında buluşmayı başarmıştır. Elbette bugün
de henüz demokrasiyle buluşamamış ve hala tarihin arka odalarında beklemeye devam eden
toplumlar, devletler var.

İşte bu tecrübeler sayesindedir ki bugünden geriye dönüp baktığımızda tarih içinde denenen
hemen bütün modellerin, demokratik sistemle mukayese edilemeyecek ölçüde geri ve
yaşadığımız dünyanın sorunlarını çözme kabiliyetinin olmadığına karar verebiliyoruz.
Ancak bu, geçmişteki sistemlerin tümden işlevsiz olduğu ve o günün toplumlarının
sorunlarına cevap veremediği anlamına gelmiyor. Zira bütün sistemler, kendi dönemlerinin
sosyolojik ve tarihsel şartlarına ve o günün toplumsal taleplerine göre şekil almışlardır.
Dolayısıyla, bir takım farklılıklar olsa da bütün toplumlar bir sistem macerası yaşamışlardır.
Batı dünyasında sistemler, Rönesans ve bilimsel devrimler sayesinde daha sistematik bir
değişim çizgisi izlerken, Müslüman toplumlarda bu değişim çok yavaştır, hatta zaman zaman
istikamet geriye dönüş biçiminde tezahür etmiştir.

Maalesef Müslüman toplumlar, Batı’daki modern devlete evrilme sürecini doğru okuyamadığı
gibi Kur’an’ın tarif ettiği İslam’ı değil, geleneksel İslam kültüründen miras kalan
Müslümanlığı esas aldığı için hep Araf’ta kalmış ve ne yazık ki despotik yönetim
anlayışından bir türlü kurtulamamışlardır.

Oysa İslam doğrudan bir sistem önerisinde bulunmamıştır. Kur’an’ın yöneticilere en net
önerisi adalet ve liyakattir.
Bu açıdan bakıldığında devlet başkanlığı ilahi bir lütuf ya da babadan oğula geçen saltanat
değildir.

Yine İslam siyaset felsefesine göre, toplum bu emaneti dilediği zaman başkandan geri alma
yetkisine sahiptir. Çünkü emanetin gerçek sahibi halktır, dolayısıyla başkanın bu makama
layık olmadığı anlaşıldığında emanetin gerçek sahibi olan halka iadesi gerekir.
Evet İslam’da halkla yönetici arasındaki ilişkinin özü budur. Aslında devlet
başkanlığını ‘emanet’ olarak gören ve gerektiğinden asıl sahibi olan halk tarafından geri
alınabilmesini öngören İslam da demokrasilerde olduğu gibi bir bakıma ‘denge-
denetleme’ mekanizması önermektedir. Ancak İslam toplumlarında ne yazık ki bu tür
uygulama örneklerini bulmak pek mümkün değildir. Çünkü Müslüman dünyada kurumsal
anlamda bir adalet sistemi olmadığı gibi, denetleme mekanizmaları da oluşmamıştır.
Dolayısıyla bugün itibariyle devlet başkanlarının ya da yönetim erkinin denetlenebilmesi,
demokratik sistemde var olan ‘denge-denetleme’ mekanizmalarıyla mümkün olabilmektedir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER