Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ramazan Ercan BİTİKÇİOĞLU

Diyarbakır sohbeti

Dün, gazetemiz Başkent Postası’nın Diyarbakır sorumlusu Mehmet Çiçek beyefendi ile (telefonla da olsa) güzel bir sohbetimiz oldu. Şifâhen de sıla hasreti giderilir mi? Vallahi az da olsa bende öyle oldu.

Faşist hemşehriciliği sevmem. Herkesin memleketi kendine güzel. “Benim memleketim en a’lâ” zihniyeti yanlış. Fakat sıla hasreti diye bir şey olduğu da inkâr edilemez. Bendeniz memleketim Diyarbakır’dan çok küçük yaşlarda ayrılmış ve sonrasında ise ancak üç beş sefer gidebilmiş biri olarak dahi hasret duyuyorum memleketime.

Mehmet Çiçek kardeşim de dâvet etti. İnşá’allah bu yaz ilk fırsatta gidip hasret gidermek, doğduğum evin önündeki Ulu Câmi’de namazlar kılarak, Diyarbekir’in yaylası konumundaki Karacadağ’a kadar da çıkıp gezmek dolaşmak istiyorum. Bakalım, Allah nasib eylerse tabiî.

Mehmet Çiçek kardeşim hasbî Diyarbakır evlâdından. Eşrâftan, tertemiz bir Müslüman ve gönlü samimiyet iksiriyle yıkanmış biri. Karşılık beklemeden, gönül gözüyle bakarak muhabbet besleyebiliyor. Sade Diyarbakır’lılara has değil bu duygu. Lâkin yanlış anlaşılmayacaksa söyleyim, doğu yekpare böylesi hasbî duygularla yoğrulmuştur. Bunun da sebepleri var mutlaka.

Doğu fıtraten sıcak kanlıdır. Ve kemalistler kızacak biliyorum ama maalesef yakın tarihte de çok çekmiş, çok ezilmiştir doğu. Devrimlerin yıkım acısını en ziyâde onlar çekmiş. “İslâm elden gidiyor” diye itiraz edip tepki gösterdiklerinde, vatan uğruna Çanakkale’de ve İstiklâl Savaşı’nda hasbî ve cansiperane savaştıkları devletleri, kafalarına fena halde vurmuş.

Yıllar geçmiş ve fakat aşağılık darbeler durmamış. “Cahilsiniz” (!) diye itelenmiş, Kürtçe konuştukları için ötekileşmiş doğulular. Yine uyararak söyleyim, yanlış anlaşılmasın, memleketçilik değil söylediklerim ve söyleyeceklerim. Doğu dindarlığının acısını çekmiş, ana diliyle konuştuğu için alenen ve resmen ötekileştirilmiştir.

1987’de, emekli olduğum yıl yàni… Diyarbakır’a bir tabela partisinin milletvekili adayı olarak gittim. Bunu mutlaka anlatmam lazım. Diyarbakır’ı ilçe ilçe dolaşıyor, dolaşmadığımız günlerde ise merkezde rastgele iş yerlerine kahvehanelere girip konuşmalar yapıyordum.

Birgün Lice’ye gitmek istedim. Sağolsunlar uzaktan akrabalarım uyardı. “Ağabey PKK var, başına bir iş gelir” dediler. Genciz, kanımız kaynıyor, cesur yıllarımız. Fakat bu nedenlerle değil, Allah için, dâvam için gitmekte ısrar ettim. “O zaman yanına biraz adam verelim” dediler onu da kabul etmedim:

“Öyle dediğiniz olacaksa bari daha fazla insàn üzülmesin” dedim. Beylik tabancamı yanıma aldım ama arabanın torpido gözünden çıkarmadım. O sadece yollar için bir tedbirdi, halkımla savaşmak için değil.

Neyse uzatmayım, tam Lice’ye girecektik ki, beraberimdeki tek insàn olan şoför kardeşimiz aracı durdurdu ve “ağabey âileme ben bakıyorum, kızmazsan burada kalayım sen kahveye gir konuş, ben beklerim” dedi.

İtiraz etmedim, partiye ait birkaç döküman alarak ikiyüz metre kadar yolu yaya gidip ilk kahveye girdim. Üzerine çapraz fişeklik takmış bir PKK militanı kapıda duruyordu. “Selâmü aleyküm” deyince yol verdi girdim.

Başladım dâvamı (dikkat partimi değil) anlatmaya. Fakat hemen farkettim ki kimse bir şey anlamıyordu. O adama döndüm, “beni anlamıyorlar mı?” dedim. “He anlamiler” dedi. Sonra devam etti: “Sen neye yalnız geldin, o arabadaki niye gelmi?” Cevaben, “o korktu, seni vururlar, beni de vurmasınlar” diyerek gelemedi.

Adam tebessüm etti ve “ma biz o kadar gâvur muyuz, misafire niye vuralım?” dedi sonra da birine seslendi, “La koş, çağır gelsin” dedi (yàni kürtçe öyle söylemiş olmalıydı). Ve biraz sonra şoförüm de gelmiş oldu. Ona “korkacak bir şey yok, şimdi sen söylediklerimi Kürtçeye çevir” dedim ve yeniden konuşmaya başladım:

Bir saat kadar konuştum, baktım bizimki rahatlamış. “Gelen tepkilerin hepsi olumlu” dedi. Sevindim. O kapıdaki adam karşıma oturdu ve “kardaş burayı istediğin gibi dolaş, çekinme. Aha sana bu ahali önünde de söz veriyem, biz senin partiye elli oy ayıracağız” dedi.

O anda pek inanmamıştım ama sonuçlar açıklandığında Lice’den çıkan oylara baktım tam 49 oy çıkmıştı bize. Eksik oy, ya sayı hatası veya tercih mührü hatalı basıldığı için geçersiz sayılmış olabilirdi…

O gün bugündür Kürtçe bilmediğim için hayıflanırım. Fakat bir suçum yok. Merhum babam da askerdi. O tayin olunca ayrıldık, tá Amerika’lara kadar gittik ve sonra bendeniz de subay olup F4E (phontom) uçağı pilotu olarak Eskişehir ve Malatya’da görev yaptım.

Diyarbakır’la ilgili bir de “ata binme” maceram var onu başka zaman anlatayım inşá’allah. Lice maceremı hasseten öne aldım. O zamanlar PKK bile şimdikinden bin kat daha namuslu imiş. Sözlerinde durdular, nasıl bir parti olduğumuzu bile bile bize 50 oy çıkardılar.

Unutmadan söyleyim, Lice’den çıkarken önümüzü kesen sivil polis ekipleri milletvekili adayı olduğumu söyleyince araçlarının bagajını açarak silahlarını gösterdiler ve “Beyefendi biz bu kadar silahla girmeye korkuyoruz, sizin hoparlörlerden sloganlarınızı, mehter marşlarını duyduk??” dediler. Lice’den sağ çıkışımıza hayli şaşırmıştılar.

Onlara “keşke devletimiz böyle silahlarla değil de buralara PKK’yı kurdurup kardeş kanı döktüren büyük iblisleri yok ederek ve benim gibilerle girse, halkı ikna edebilseydi. Bu neden olmadı? Zira evvelâ bu halkın ana dilini konuşmakta özgür olması gerekiyor. Sonra bu insànları ancak dindarlar ikna edebilir, kafatasçılar değil… Bunlar Çanakkale’de, İstiklâl Savaşı’nda canlarını Allah’a satmış insànların evlâdı… Devletinin Allah yolunda olduğunu bilse yine verir” dedim.

Polisler boyunlarını büktü ve “size refakat edelim” dediler, on onbeş kilometre kadar ardımızca gelip sonra korna çalarak ve el sallayarak görev yerlerine (!) döndüler.

PKK militanının o sözü hálâ kulaklarımda çınlıyor: “ma biz o kadar gâvur muyuz?” Bu sözün mánâ ve ehemmiyetini idrâk etmek lazım. Gâvur diyor adam. Yàni kendi Müslüman. Pekâlâ onu kim itti hain örgüte? Benim cevabım: Dış mihrakların ajanları gûya fakat aslında kemalist resmî ideolojili devlet itti.

Ölene kadar söyleyeceğim: Ne terördür, ne hayat pahalılığı başımızdaki en büyük dert,  / Bütün bunların müsebbibi Kemalizm’dir, o en büyük illet. Çare İslâm’da. Bütün güzellikler İslâm’da. 19.04.2022

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER