Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ramazan Ercan BİTİKÇİOĞLU

Hálâ neyin derdindesiniz?

HUKUK denilince büyük çoğunluk, tıp gibi bir uzmanlık sahası olarak görür ve kendini âzâde (bağımsız, dışında) hisseder. Oysa tıp da hukuk da uzmanlık sahaları olsalar da bu ilimlerden asgari bilgi sahibi olması kişinin lehinedir.

Nasıl “ben ekonomist değilim” diyerek dövizin yükselmesi gibi, enflasyon gibi mevzulardan âzâde olamıyorsak hukuk ve tıp gibi sahalarda da böyledir.

Bazıları hálâ vızıldıyor ve Müslümanlar onlara gereken cevapları hakkıyla veremiyor. Sosyal medya câhil Müslümanlarla (!) dolu.

2018 senesi 9 Temmuz’undan itibaren uygulanmaya başlanan Başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) Sistemiyle, Anayasadan Bakanlar Kurulu ve Hükûmet kavramlarının çıkarılması, yönetim erkinin tek elde toplanması bunları fevkalâde rahatsız etti. Oysa bu  tanımlama boşluğunu berhava etmek içindi.

TCK’da “hükûmete karşı suç” düzenlemesi bulunmasına rağmen, TCK ve Anayasada “hükûmet” tanımı yoktu. Medeni hukukta bu boşluğu hâkim doldurabilir ancak ceza hukukunda hâkimin yasal boşlukları doldurma yetkisi yoktur.

Boşluğu ancak kanun koyucu doldurabilir ve ceza hâkiminin yeni bir hükûmet tanımı yaparak boşluğu doldurması hukuk güvenliğiyle de bağdaşmaz.

Hâsıl-ı kelâm, yeni sistemle birlikte Bakanlar Kurulu ve Hükûmetin Anayasadan çıkarılması, 312. madde kapsamındaki suçları konu bakımından “mutlak işlenemez suç” haline getirdi. Artık kimse bu madde ile zulüm yapamayacak.

Ceza kanunumuzda artık varlığı hükmen ortadan kalkmış bu 312’nci maddeye benzeyen maddeler İsveç, Norveç, Avusturya, İsviçre, Danimarka ve diğer medenî ülkelerin ceza kanunlarında da var.

Pekâlâ Türkiye 312’nci madde ile ilgili mahkûmiyet kararları dolayısıyla temel insan haklarını ihlâl ettiği için Strasburg’taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından neden çok sayıda kınamaya ve tazminat ödeme cezasına mahkûm olmuştu da onlar neden olmuyordu?

Muhterem okurlarım sözü uzatmaya gerek yok. Bunun nedeni Türkiye’deki vesâyet sistemi idi. Resmî ideoloji mimarlarınca yürürlükte tutulan gizli anayasaya göreydi bizim işimiz. Hukukun üstünlüğüne göre değil.

Ceza hukukunda suçun alenen işlenmesi şartı var. Suç açıkça işlenmiş olacak. Meselâ, çeşitli halk kitleleri açıkça tahrik edilmiş, birbirlerine karşı kin beslemeye açıkça kışkırtılmış olacaktır. Diyelim ki, ülkemizdeki iki büyük İslâmî grubu teşkil eden Sünnîler ve Alevîler, bazı aşırılıkları yüzünden tenkit edilse, hattâ bu tenkitler şiddetli olsa, aleniyet unsuru ortaya çıkmış olur mu? Elbette olmaz.

Tenkit etmek, kınamak, uyarmak, yanlışlarını beyan etmek, bunların düzeltilmesini istemek niçin suç olsun? Şayet “Ey Sünnîler, ey Alevîler harekete geçin, birbirinize karşı cepheleşin…” gibi propagandalar yapılırsa, iki mezhep taraftarları düşmanlığa, kine, birbiriyle çatışmaya teşvik edilirse o zaman aleniyet şartı ve unsuru zuhur etmiş olur.

Oysa bizde on yıllarca, bazı savcılar dindar halka yapılan baskıları tenkit edenleri, “Halkı inananlarla inanmayanlar diye ikiye ayırıp bu zümrelerin arasını açmak, aralarına kin ve nifak sokmak” suçuyla yargılatıyorlardı.

Bu türden savcıların (ve/veya onlara bu yönde davranmayı emredenlerin) yorumları, tamamen dindarlara olan kinlerinden neşet ediyordu.

Ve modern ceza hukuku nazariyesinde “âdil yargı” kavramı diye bir kavram vardır. Buna göre suçlanan bir kimseye suçu hakkında gerekçeli bilgi verilmesi lazımdır. “Şu lafı etti, dolayısıyla şu suçu işledi…”

Böyle iddia ve mütalaa olmaz. İddia makamı (Savcılık) iddianamesinde ve esas hakkındaki mütalaanamesinde mutlaka suç hakkında gerekçeli bilgi vermelidir ki, suçlanan (sanık) kendisine atılan suçu bilsin, kendini savunsun. Bunlar giderek ortadan kaldırılıyor ve bazıları küplere biniyor!.

Hem Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesine, medenî milletler standartlarına çıkaralım diyorlar hem de yukarıda tafsilatıyla anlattığımız ilkel zihniyette ısrar ediyorlar. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu…

Dünyanın en demokratik ve en fazla “hukuğun üstünlüğüne” inanmış ülkelerinin büyük hukukçuları, hak ihlâlleri ve yanlışlıkları hakkında yapılan tenkitlerin (üstelik) şiddetli olmasını istiyorken…

Türkiye’de Demokrasiyi hazmedememiş, insan haklarını içine sindirememiş baskıcı ve tekelci zihniyetler devlet ile siyasî rejimi ve iktidarı özdeşleştirirler. Halbuki devlet ile rejim, düzen, sistem kesinlikle ayrı şeylerdir.

312 artık ilgadır ama 312 ile formatlanmış beyinlerden hálâ aynı terâneleri işitiyoruz. Bunlar kendilerini 14’üncü Louis gibi devlet sanmakta, “Devlet benim!” havalarına girmektedir. Daha kötüsü, aynadaki hayâllerine bakmak ve “aaa bu benmişim” demek yerine başkasını suçluyorlar!

Temel insan hakları ve hürriyetlerinin birinci maddesi din, inanç, vicdan, fikir, inandığı gibi yaşamak hürriyetidir. “Bu zelzele Allah’ın bir ihtarı, cezası olabilir” dediği için adam tutukladılar. Bu ayıp bile Türkiye çağdaşlarına sabıka olarak yeter.

Ve… Ey sivri dilli, birilerinin sözcüsü herifler, sayın CB Erdoğan gerçekten de despot olsaydı şu rezil lakırdıların binde birini edebilir miydiniz? 22.11.2022

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER